Kasten Öldürme Suçu ve Cezası

 

Kasten Öldürme Suçu Nedir?

 

Kasten öldürme suçu, Türk Ceza Kanunun Kişilere Karşı Suçlar kısmında Hayata Karşı Suçlar başlığı altında 81. maddede düzenlenmiştir. İnsanlık tarihinin en eski suç tiplerinden olan kasten insan öldürme suçu aynı zamanda geri döndürülemez ve telafisi imkansız suç tiplerindendir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca en ağır ceza ile cezalandırılması toplum düzeni açısından her zaman öncelenmiştir. Türk Ceza Kanunumuzda bu esaslardan hareketle bir kimseyi kasten öldüren kişiye müebbet hapis cezası öngörmüş ve suçun nitelikli hallerini ise 82. Maddede düzenlemiştir. Kasten Öldürme Suçunun cezalandırılmasındaki amaç insanların yaşam hakkını korumaktadır.

 

Yaşam hakkı tüm haklar arasında en temel insan hakkı olmakla insan haklarının da ana kaynağını oluşturur. Yaşam hakkının korunmadığı bir hukuk düzeninde geri kalan hakların varlığı tartışmalı hale gelir. Bu kapsamda günümüzde kasten öldürme suçuna yönelik çeşitli doktrinsel ve siyasi tartışmalar bulunmakta olup özellikle geri döndürülemez ve telafi edilemez sonuç meydana getirdiğinden kaynaklı olarak kasten insan öldüren failin de idam cezası ile yahut görünüşte müebbet olmayan ve ömür boyu hapis yaptırımı öngören bir ceza ile cezalandırılması gerektiği tartışılmaktadır. Bu konudaki ayrıntılı görüşlerimize “Kasten İnsan Öldürme Suçu Bakımından İdam Cezası” konusunu değerlendirdiğimiz makalemizden ulaşabilirsiniz.

 

Kasten insan öldürme suçunun gerçekleşebilmesi için failin maktülün hayatına kasten son vermiş olması gerekir. Buradaki ayrım taksirle bir ölüme sebebiyet verme hali ile kasten öldürme suçunun ayrımının sağlanmasıdır. Kasten öldürme suçunun illa ki icrai bir davranışla işlenmiş olması da gerekmemekte olup ihmal suretiyle de işlenebilmektedir. Bu halde Türk Ceza Kanunun 83. maddesinin tatbiki söz konusu olacak olup icra hareketle kasten insan öldürme suçu 81. maddede düzenlenmiş bulunmaktadır.

 

Kasten İnsan Öldürme Suçunun Önemi Nedir?

 

Kasten insan öldürmenin müeyyideye tabi tutulması felsefik, dini, sosyolojik, psikolojik, siyasi ve hukuki açılardan önem arz etmektedir. Düzenlenmesi ve ağır müeyyidelere tabi tutulması toplum düzeni açısından zaruridir. Nitekim toplumun bir düzen içerisinde yaşayabilmesi için insan öldürmenin karşılığının en az ölen kişinin ve yakınlarının uğradığı yıkım kadar ağır bir yaptırıma tabi tutulması şarttır. Aksi halde bir toplum düzeninden bahsedilemeyecektir. Özellikle kasten insan öldürme suçunun yaptırımsız bırakıldığı bir toplumun medeni açıdan bir yol katedebilmesi mümkün değildir. Yine bu suçun hafif yaptırımlara tabi tutulması halinde de benzer problemler meydana gelecektir. Yetişkin bir bireyin kendini güven içerinde hissetmesi, karşılaşacağı saldırılara karşı toplumsal bir karşılık olarak ceza verileceğini bilmesi toplumsal uzlaşıya katkı sağlar. İnsanların toplum sözleşmesi olan anayasa ve yasalar ile yönetilmesi ve yaşam hakkının korunduğunu bilmesi toplum düzeninin sürdürülmesinin temel taşlarındandır.  

 

 

Kasten İnsan Öldürme Suçunda Fiil Unsuru Nedir?

 

İnceleme konumuz olan Türk Ceza Kanunun 81. Maddesi kapsamında kalan suç icrai hareketle işlenebilmektedir. Aynı zamanda suçun işlenebilmesi için aranan hareket belirtilmemiş olmakla bu suç serbest hareketli suçlardandır. Bu anlamda fail her türlü hareketi ile suçu işleyebilir. Yeter ki hareket ile netice arasında uygun illiyet bağı bulunsun.

Yine kişinin eylemi öldürme sonucunu meydana getirmeye elverişli olması gerekir aksi halde kişinin sorumluluğundan da söz edilemeyecektir.

 

Kasten insan öldürme suçunda netice unsuru nedir?

 

Kasten öldürme suçunda normun koruma amacı ölümdür yani ölümü engellemek isteyen kanun koyucu bu duruma kasten neden olanları cezalandırarak cezanın caydırıcılığı ile ölüm neticesini engellemek istemektedir. Bu hali ile de kanun ölüm neticesini aramakta olup kasten öldürme suçu neticeli bir suç olarak karşımıza çıkmaktadır. Eylemin yöneldiği kişinin ölmemesi halinde bu suçun sübutundan bahsedilemez. Ölüm kavramı ise beyin ölümü kavramı olarak kabul görmekte olup hukuki nitelendirme ile ölüm karinesi, gaiplik ve benzeri kavramlar ile netice gerçekleşmiş kabul edilemez.

 

Kasten insan öldürme suçunda illiyet bağı nedir?

 

İlliyet bağı denilince şart teorisi ve objektif isnadiyet ile eylem ve neticenin faile objektif olarak isnat edilebilip edilemeyeceği tartışılmaktadır. Aslında neredeyse her hareketin illi olduğu şart teorisi çerçevesinde ortaya konulabilecek ise de faile fiilinin neticesinin isnat edilebilip edilemeyeceği tartışılmaktadır.

İlliyet bağının kesildiği hallerde de yine fail neticeden sorumlu tutulamayacaktır.

 

Kasten İnsan Öldürme Suçunun Faili Kimler Olabilir?

 

Kasten insan öldürme suçunun faili tüm insanlar olabilir bu anlamda özgü bir suç değildir. İnsan dışındaki canlıların(hayvan, bitki) eylemleri zaten ceza hukukunun konusunu oluşturmamakta olup yapay zekaların etkinliğinin artması ile birlikte ne gibi sorumluluk türleri meydana geleceği ise henüz tartışma konusudur.

 

Kasten İnsan Öldürme Suçunun Mağduru Kimdir?

 

Kasten insan öldürme suçunun mağduru tüm insanlar olabilir. Sağ doğmuş her insan doğum anından itibaren bu suçun mağduru olabilir.

 

Kasten Öldürme Suçunun Cezası Nedir?

 

Kasten öldürme suçunun cezası müebbet hapis cezası veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır.

 

Kasten Öldürme Suçuna İlişkin Yargı Kararları

 

SANIĞIN EYLEMİNDE MEŞRU SAVUNMA KOŞULLARININ OLUŞUP OLUŞMADIĞINA İLİŞKİN

 

Yargıtay CEZA GENEL KURULU Esas:2023-360 Karar:2024-157 Karar Tarihi:03.04.2024

YARGITAY KARARI

DİRENME

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : 1. Ceza Dairesi

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 1190-1685

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Meşru savunma kapsamında kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eylemini kanunun hükmünü yerine getirirken sınırın kast olmaksızın aşılması suretiyle işlediğinin kabulü ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 24/1 ve 27/1. maddeleri yollamasıyla aynı Kanun’un 85/1, 27/1, 62, 50/4, 52/2 ve 54. maddeleri uyarınca 22.680 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve müsadereye ilişkin Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.03.2019 tarihli ve 90-136 sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılan vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 06.12.2019 tarih ve 1125-1357 sayı ile duruşma açılarak yapılan yargılama sonucunda; İlk Derece Mahkemesinin kararı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 280/2. maddesi uyarınca kaldırılarak sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilen eylemi nedeniyle TCK' nın 87/4-2, 62, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 06.04.2021 tarih, 1271-6088 sayı ve oy çokluğu ile; \"…Oluşa ve dosya kapsamına göre; maktul ... hakkında Karasu ilçesinde meydana gelen çok sayıda hırsızlık olaylarının şüphelisi olarak Karasu Sulh Ceza Hakimliği’nin kararıyla yakalama emri çıkarıldığı, maktulün yakalama emri uyarınca İstanbul’da yakalanarak Karasu ilçesine getirildiği, kolluk nezaretinde sorguya sevkedilerek sulh ceza hakimliği duruşma salonunda bekletildiği sırada nezaret eden polis memurunu itekleyip yaralanmasına da sebebiyet vererek duruşma salonunun penceresinden atlayıp kaçtığı, sanığın ise olay günü izinli olmasına rağmen emniyet müdürlüğünde düzenlenen seminere katılmak üzere emniyet binasında bulunduğu, maktulün kaçtığı haberinin emniyete ulaşması üzerine kolluk amirinin emriyle gruplar halinde yakalama çalışmaları başlatıldığı, amiri tarafından kendisine emir verilen sanığın yanında bulunan iki memur ile birlikte maktulün kaçtığı istikamette araştırma yaptıkları sırada, maktulü otluk ve çalılık alanda gördükleri ‘dur’ ihtarında bulunmalarına rağmen maktulün kaçmaya devam ettiği, sanık ve arkadaşlarının ikaz amaçlı havaya ateş ettikleri ancak maktulün ihtar ve ateş etmelerine kayıtsız kalarak kaçmaya devam ettiği bunun üzerine sanığın maktulü yakalamak amacıyla vücudunun alt kısmını hedef alarak peşpeşe iki el ateş ettiği, birinci atışın sağ bacak diz üstü arka iç kısmına isabet ettiği, onu takip eden ikinci atışın ise birinci atışın etkisiyle yere düşmekte olan maktulün sırt sağ tarafına isabet ederek arkadan öne, aşağıdan yukarıya, sağdan sola seyirle sol omuz ön yüzünden çıktığı ve bu atışın ölüme neden olduğu anlaşılmaktadır.

Olaydan sonra maktulün sağ elinde ses ve gaz tabancası tespit edilmiş ise de, maktulün içinde bulunduğu durum, kaçtığı ve vurulduğu yerler nazara alındığında bu tabancanın olayla ilişkisi bulunmadığı kabul edilmiştir.

Sanığın 2559 sayılı Yasanın 16. maddesi kapsamında maktulü yakalamak amacıyla ve yakalayacak ölçüde silah kullanma yetkisi bulunduğu, başka türlü yakalanamayan maktulün yaralayarak yakalanmasının sağlanması durumunda eylemin TCK’nin 24/1 maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Başka bir deyişle sanık maktule yaptığı ilk atışın sonucunu bekleyip onu yaralı halde yakalasaydı bu fiilden sorumlu tutulmayacaktı. Sanığın yerine getirdiği kamu görevinin mahiyeti, maktulün yakalama emrine rağmen duruşma salonundan nezaret eden görevliyi de etkisiz hale getirerek kaçması, dur ihtarlarına ve uyarı atışlarına kayıtsız kalarak kaçmaya devam etmesi ve eylemin hukuka uygunluk nedeni içinde başlamış olmasının hukuksal bir değeri bulunmadığı düşünülemez. Bu nedenle Sanığın eyleminin herhangi bir olayda hasmını yaralamak isterken onun ölümüne neden olan herhangi bir failden farklı olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır. Bununla birlikte sanığın maktulü yaralayarak yakalamasına imkan veren yasal düzenleme nazara alındığında hem yaralama kastıyla hareket ettiği hem de bu fiilden tam olarak sorumlu olduğunun kabulü kendi içinde bir çelişki oluşturmaktadır.

Ne var ki, sanık bu ölçüyü aşarak ilk atışla yaralanan maktule yersiz olarak ikinci bir atış daha yapıp onun ölümüne neden olmuştur. Sanık tarafından ardarda iki el ateş edilmiştir. Bu durumda sanık hukuka uygunluk nedeni içinde başladığı eylemi sürdürerek hukuka uygunluk sınırını aşmıştır. O hâlde sınırın aşılmasının kusurlu olup olmadığı ile kusurun niteliğinin tespit ve tayini önem arz etmektedir. Öncelikle sanığın ilk atışla yaralanan maktule zorlayıcı bir neden yokken ve ilk atışın sonucunu beklemeden ikinci bir atış yapması sınırı aşmakta kusurlu olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu sınırı kasten aştığını gösteren somut bir delil, bunun için bir neden bulunmadığından bu durumda oluşan şüphe sanık lehine yorumlanmalı, sanığın bu sınırı yeterli dikkat, özen ve basireti gösterememesi nedeniyle taksirle aştığı kabul edilmelidir.

Sanığın mesleği gereği sahip olduğu bilgi, tecrübe ve eğitimi, olay sırasında maktulle sanık arasındaki mesafenin yakın sayılabilecek bir mesafe olması nazara alındığında, sanığın eyleminin sonuçlarını istemese de öngörebilecek durumda olduğu, bu nedenle olayda bilinçli taksirle hareket ettiği ve hukuka uygunluk sınırını bilinçli taksirle aştığı kabul edilerek eyleminin TCK’nin 24/1, 27/1, 85/1 ve 22/3 maddeleri kapsamında cezalandırılması yerine, yazılı şekilde kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan hüküm kurulması,\" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi 17.11.2021 tarih ve 1190-1685 sayı ile; \"...Sanık ...'in, maktul ...'un hırsızlık suçundan yapılan soruşturmasında görev almamış olması, birbirlerini tanımıyor olmaları ve öldürmeyi gerektirecek bir husumetlerinin bulunmadığı, aralarındaki yükselti farkı ve olay yerinin özellikleri, maktül ve sanığın hareketli bir şekilde bulunması, sanığın, yerleşim alanları içerisinde engebeli arazide 'dur' ihtarına uymayarak, yaya vaziyette kaçmakta olan ve başka kolluk kuvvetlerince de rahatlıkla yakalanması mümkün olan maktulün arkasından, durdurmak gayesiyle önce havaya iki kez, sonra maktulün bulunduğu istikamete olmak üzere iki kez ateş ettiği sırada, silahtan çıkan mermi çekirdeklerinin maktüle isabet etmesi sonucu, maktulün ölümüne neden olduğunda kuşku bulunmayan olayda, sanığın eyleminde, maktulü öldürme kastı ile hedef olarak ateş ettiğine, diğer bir anlatımla sanığın öldürme kastı ile hareket ettiğine dair yeterli kanıtın bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Ancak, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Yasasının 16. maddesinde belirtilen silah kullanma koşullarının gerçekleşmediğinde herhangi bir duraksamanın yaşanmadığı olayda, kullanılan silahın niteliği, elverişliliği ve etki alanı, atış mesafesi, tanık anlatımları ve dosyadaki diğer kanıtlar göz önünde bulundurulduğunda; kaçmak isteyen maktulü durdurmak amacıyla hareket eden sanığın, elindeki elverişli silahla ve silahın etki alanı içerisinde bulunan maktulün kaçış istikametine doğru ateş etmesi sonucunda, mermilerin maktule isabet edebileceğini ve eyleminin yaralanmayla sonuçlanabileceğini öngördüğü, ancak buna rağmen hareketine devam ettiği ve ölümün bu harekete bağlı olarak meydana geldiği görülmektedir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 04.05.2010 gün ve 249-108 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Ayrıca Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 22/03/2017 tarihli 2017/148 Esas, 2017/2261 Karar sayılı ilamına konu olayda olduğu gibi, TCK'nun 27/1. maddesinde ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde eylemin taksirli halinden indirimli ceza verilmesi düzenlenmiştir. Somut olayda sanığın uzun süredir polislik mesleğini icra etmiş olması, bu yöndeki eğitimi ve tecrübesi gereği 2559 sayılı yasa kapsamında geçmişine uygun şekilde en azından hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen şüpheliler gibi hareket edip özenle maktülün yakalanmasını sağlaması gerekirken ceza sorumluluğununun kasıtlı bir şekilde aşıp TCK'nun 27/1. maddesindeki düzenlemeden yararlanamayacağı,\" gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki karar gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.09.2022 tarihli ve 163534 sayılı onama istekli tebliğnamesi ile dosya CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 10.07.2023 tarih, 8895-4854 sayı ve oy çokluğu ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

II. UYUŞMAZLIK KONUSU

Özel Daire çoğunluğu ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin belirlenmesine ilişkin olup Ceza Genel Kurulu Başkanı ve bazı Ceza Genel Kurulu üyelerince uyuşmazlık konuları;

1-Sanığın eyleminde meşru savunma koşullarının oluşup oluşmadığı,

2-Oluşmadığının kabulü hâlinde sanığın eyleminde TCK'nın 27/1. maddesinin mi yoksa TCK'nın 87/4. maddesinin mi uygulanma şartlarının gerçekleştiğinin,

3-TCK'nın 27/1. maddesinin koşullarının oluştuğunun kabulü hâlinde sanığın aynı fıkra kapsamındaki sınırı taksirle mi bilinçli taksirle mi aştığının belirlenmesi şeklinde yeniden belirlenmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Maktul ... ve tanık ..., ... ve ... hakkında Karasu ilçesinde 09.07.2019-11.07.2015 tarihleri arasında gerçekleşen hırsızlık olayları nedeniyle Karasu Başsavcılığınca 2015/1480, 2015/482 ve 2015/1484 sayılı dosyalar üzerinden soruşturmaların yürütüldüğü, soruşturma işlemlerinin devam ettiği sırada maktulün Karasu ilçesinden İstanbul'a gittiği, bu nedenle ifadesinin alınamadığı, Karasu Sulh Ceza Hâkimliğinin 12.07.2015 tarihli ve 227 değişik iş sayılı kararı ile maktul hakkında yakalama kararı çıkartıldığı, maktulün 13.08.2015 tarihinde İstanbul'da yakalanarak Karasu ilçesine getirildiği, 14.08.2015 tarihinde Karasu Cumhuriyet Başsavcılığında ifadesi alındıktan sonra tutuklanması talebiyle Karasu Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edildiği, maktulün duruşma salonunda sorgusunun yapılması için görevli polis memuru tanık ... Bingöl refakatinde beklediği sırada tanık ...'i itekleyip yaralanmasına da sebebiyet verecek şekilde duruşma salonunun penceresinden atlayarak kaçtığı, kolluk güçlerinin maktulü yakalamaya çalıştıkları, bu sırada Karasu İlçe Emniyet Müdürlüğünde trafik polisi olarak görev yapan ve o gün izinli olmakla birlikte saat 18.00’da görevine başlayacak olan sanığın İlçe Emniyet Müdürlüğünde saat 10.00-11.00 saatleri arasında yapılacak olan seminer nedeniyle Müdürlük binasında bulunduğu, seminere başlandığı sırada hırsızlık suçundan hakkında yakalama kararı olan bir şahsın adliye binasından firar ettiğinin ihbar edilmesi üzerine ilçe emniyet müdürü tarafından Emniyet Müdürlüğü binasında bulunan polis memurların ikişerli ve üçerli gruplar hâlinde yaya ve araçlı olarak çevrede araştırma yaparak adliye binasından firar eden maktulü aramaları ve yakalamaları talimatının verildiği, talimat doğrultusunda sanık ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen polis memuru tanık ...'in maktulü yaya olarak arama faaliyetine başladıkları, bu kapsamda ilk olarak firar olayının meydana geldiği adliye binasına giderek maktulün hangi istikamete doğru kaçtığını sordukları, maktulün adliye binasının arkasında bulunan Askerlik Şubesi istikametine kaçtığını öğrenmeleri üzerine bu güzergâh üzerinde yaya olarak arama faaliyetlerine devam ettikleri, maktulün kaçış istikametine yakın olan Kültür Parkı çevresinde bulunan evlerin bahçelerinde ve eklentilerinde araştırma yaptıkları sırada tanık ...'in çalıların ve otların arasından sesleri geldiğini duyması üzerine belirtilen tarafa baktığında maktulün kafasını gördüğü, maktule; \"Dur kaçma, polis, yere yat!\" diye uyarıda bulunduğu, kaçması nedeniyle sanığın maktule bir kez daha; \"Polis yere yat.\" şeklinde bağırdığı, maktulün kaçmaya devam etmesi üzerine olay yerinin kuzey kısmında bulunan binanın istinat duvarının kenarında olan ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen polis memuru tanık .....in havaya doğru iki kez ikaz amaçlı ateş ettiği, maktulün kaçmayı sürdürmesi sebebiyle olay yerinde bulunan ağacın dibinde bulunan tanık ...'in havaya doğru ikaz amacıyla ateş etmek istese de tabancasının patlamadığı, bunun üzerine bu kez doldurt boşalt yapmak suretiyle bir el havaya ateş etmeyi başardığı, maktulün ise kaçmaya devam ettiği, sanığın da birkaç kez havaya doğru ikaz amaçlı ateş ettiği, bu sırada sanık ile maktulün bulundukları alanın eğimli bir çalılık olması nedeniyle maktulün sanığa göre yükselti olarak yaklaşık bir buçuk metre daha aşağıda bulunduğu, buna rağmen maktulün kaçmaya devam ettiğini gören sanığın maktulü yakalamak amacıyla vücudunun alt kısmını hedef alarak ayaklarına doğru art arda iki el ateş ettiği, birinci atışın maktulün sağ bacak diz üstü arka iç kısmına isabet ettiği, takip eden ikinci atışın ise birinci atışın etkisiyle yere düşmekte olan maktulün sırtının sağ tarafına isabet ettiği, atışlardan sonra tanık .....'in maktulün bulunduğu alana doğru ilerlediği, maktulü yaralı vaziyette görmesi üzerine bağırarak olay yerinde bulunan diğer polis memurlarından ambulans çağırmalarını istediği, saat 11.20.02'de ambulansın olay yerine geldiği, sağlık ekiplerince olay yerinde yapılan ilk müdahalede maktulün yaşamını yitirdiğinin tespit edildiği, otopsi raporuna göre de maktulün sırt sağ tarafına isabet ederek arkadan öne, aşağıdan yukarıya, sağdan sola seyirle sol omuz ön yüzünden çıktığı ve bu atışın ölüme neden olduğu hususunda Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

IV. GEREKÇE

A- Sanığın eyleminde meşru savunma koşullarının oluşup oluşmadığı

1. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

Meşru savunma, TCK'nın Birinci Kitabının, İkinci Kısmının, \"Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler\" başlıklı ikinci bölümünde, 25. maddenin 1. Fıkrasında; \"Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.\" şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması yeterli görülmüştür.

Öğretide; \"Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması\" (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364.); \"Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki\" (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307.); \"Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi\" (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697.) şeklinde, 765 sayılı TCK'nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında \"Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki\" olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eşzamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.

Gerek öğretide, gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; TCK'nın 25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır.

b) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.

b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, sınırın aşılması söz konusu olabilmektedir.

2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen 22.10.2015 tarihli otopsi raporuna göre maktule isabet eden her iki mermi giriş deliğinin de maktulün vücudunun arka kısmında bulunduğu göz önüne alındığında, sanığın yüz yüze bulundukları sırada maktulün elinde bulunan silahı kendisine doğrulttuğu ve kendisini korumak için maktulün ayaklarına doğru ateş ettiği yönündeki savunmalarının yerinde olmadığı anlaşılmakla; maktulden sanığa yönelik gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak kabulü mümkün olmadığından sanığın eylemi bakımından TCK'nın 25. maddesinde düzenlenen meşru savunma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın eyleminde meşru savunma koşullarının oluştuğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

B- Sanığın eyleminde TCK'nın 27/1. maddesinin mi yoksa TCK'nın 87/4. maddesinin mi uygulama şartlarının gerçekleştiği

1. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

Uyuşmazlık konusunun sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için kanun hükmünü yerine getirme, sınırın aşılması ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.

TCK'nın 24. maddesinin 1. fıkrasında; \"Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.\" denilmektedir.

Burada esas olarak görevi yerine getirme düzenlenmiştir. Çünkü kanun hükmünü yerine getiren kimse gerçekte görevini ifa etmektedir. Bu görev kaynağını doğrudan doğruya kanundan alıyorsa kanun hükmünü yerine getirmeden, eğer görevli ve yetkili amirin hukuka uygun emrinin yerine getirilmesi söz konusu ise amirin emrini ifadan bahsedilir.

TCK'nın 24. maddesinin 1. fıkrasında, hak ve yetkiden değil bir \"kanun hükmü\"nden söz edildiğine dikkat edilmelidir. Bilindiği gibi bir kanun hükmüyle diğer hususların yanında bir yetki veya hak düzenlenmiş olabilir. Bu şekliyle kanun hükmünü yerine getirme geniş kapsamlı bir kavramdır. Kişiye, herhangi bir konuda hak veya yetki veren bir kanun hükmünün usulüne uygun tarzda icra edilmesi durumunda, hukuka aykırılık söz konusu olmaz. Örneğin; Göreviyle bağlantılı olarak öğrendiği bir suçu yetkili makamlara bildiren kamu görevlisinin (m.279), şikâyete bağlı suçlarda şikâyet hakkını kullanan müştekinin (m.73), sanığın savunmasını yapan müdafiin veya faile ceza veren hâkimin, usulüne uygun olarak bu işleri yapmasından dolayı cezalandırılması mümkün değildir. Aynı şekilde kolluk kuvvetlerinin görevleri sırasında şartları dâhilinde silah kullanma yetkisine başvurmaları halinde de, fiil hukuka uygun kabul edilir. CMK'daki koruma tedbirlerinin usulüne uygun olarak icra edilmesi durumunda da bu hukuka uygunluk sebebi söz konusu olur.

Kanunun, belli durumdaki kişilere muayyen bir davranışta bulunabilmeleri konusunda doğrudan doğruya yetki vermesine kanun hükmünü icra denir. Örneğin, CMK suçüstü hâllerinde (m.90) herkese, faili yakalama yetkisi tanımıştır. Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak gerçekleştirilen bu özgürlüğü kısıtlamanın hukuka uygunluk sebebini oluşturabilmesi, failin suçüstü durumunda bulunması, kaçacağından korkulması ya da kimliğinin hemen tespitinin mümkün olmaması, suç şikâyete bağlı ve yakalama şikâyetten önce gerçekleşmiş ise, şikâyet hakkı olanlara durumun bildirilmesi üzerine onların bu haklarını kullanmaları şartlarına bağlıdır.

Kanunun belirli şekilde hareket etme görevini yalnızca belirli kişi veya kamu görevlilerine yüklediği durumlarda ancak bu kişi veya görevlilerin fiileri bakımından hukuka uygunluk sebebi söz konusu olacaktır.

Görüldüğü üzere CMK'nın 90. maddesinin tanıdığı yetkiyi kullanarak, kişi hürriyetini sınırlayan kimse, TCK'nın 109. maddesindeki hürriyeti kısıtlama suçunu işlemiş olmaz. Çünkü TCK'nın yasakladığı fiile CMK, belli şartlarda izin vermiştir. Kanun koyucunun hem fiilin yapılmasına müsaade etmesi hem de onu işleyeni cezalandırması mümkün değildir.

Konuyla ilgili diğer bir örnek de 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'ndan verilebilir. Bu kanundan doğan yetkisini kullanan icra memurunun, haciz işlemleri için başkasının konutuna hak sahibinin rızası olmadan girmesi, konut dokunulmazlığını ihlal fiilinden sorumlu tutulmasını gerektirmez. İcra memuru, kanunun kendisine verdiği yetkiyi kullanmıştır. Buna karşılık kanun, icra memuru sıfatını taşımayan bir kimseye yetki vermediğinden başkasının aynı amaçla konuta girmesi konut dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturur (m. 116).

Fıkra metninde kullanılan \"kanun hükmü\" ibaresinden kanun kuralı anlaşılmalıdır. Bu kanun hükmüne, TCK'da (örneğin, m. 279) tesadüf edilebileceği gibi diğer kanunlarda da rastlanabilir (CMK m. 90). Yetkili makamlarca usulüne uygun tarzda yürürlüğe konulan tüzükler ve yönetmelikler söz konusu olduğunda da konu TCK'nın 26. maddesinin 1. fıkrası çerçevesinde değerlendirilmelidir.

\"Kanun\" terimi esas itibarıyla Türk kanunlarını ifade etmekle birlikte yabancı kanunların Türkiye'de uygulanmasına müsaade edildiği hâllerde (örneğin, TCK m. 19), yabancı kanun hükmüne riayet hukuka uygunluk nedeni olarak nazara alınmalıdır.

Kanun hükmünün yerine getirilmesinde, kanunun çizdiği sınırın aşılmaması gerekir. Aksi takdirde hukuka aykırılık yeniden ortaya çıkar ve faile şartları mevcutsa sınırın aşılmasına ilişkin TCK'nın 27. maddesi doğrultusunda ceza verilir. Örneğin, herkesin yakalama yapabildiğin hâllerde faili yakalayanların, ona hâlin icap ettirdiği, hukukun cevaz verdiği sınırı aşmak suretiyle cebir kullanmaları (Prof. Dr. M. Emin Artuk, Prof. Dr. Ahmet Gökcen, Yrd. Doç. Dr. M. Emin Alşahin, Yrd. Doç. Dr. Kerim Çakır, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 410, 411, 413, 414).

Sınırın aşılması, TCK’nın 27. maddesinde;

\"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez\" şeklinde düzenlenmiştir.

Her ne kadar madde metninde \"ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması\" ibaresine yer verilmişse de, bundan maksat, hukuka uygunluk sebeplerinde sınırın aşılmasıdır. Bilindiği gibi \"Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler\" başlığı altında hukuka uygunluk sebepleri ile kusurluluğu etkileyen sebepler birlikte düzenlenmiştir. Kusurluluğu etkileyen hallerin söz konusu olduğu durumlarda (haksız tahrik, zaruret hâli gibi) kişinin işlediği fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği etkilenmekte ancak kişi, kasten hareket etmektedir. Bu bakımdan bir olayda örneğin, hem zaruret hâlinden hem taksirden bahsedilmez.

Hukuka uygunluk sebebinde sınırın aşılması hâlinde ise, somut olayda bir hukuka uygunluk sebebi mevcuttur, ama hukuka uygunluk sınırı aşılmıştır. Böyle hâllerde sınırı aşan fiil, hukuka aykırı olur.

Sınırın aşılması kasten ya da taksirle olabilir. Eğer kişi sınırı kasten aşmışsa, artık hukuka uygunluk sebebinin varlığı önemli değildir. Kişi kasten işlediği suçtan sorumlu olur.

Hukuka uygunluk sebebi taksirle de aşılmış olabilir. Yukarıda da açıkladığımız gibi kanun hükmü gereği görevini ifa etmekte olan zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlileri, zor kullanma yetkilerini taksirli bir biçimde aşar ve ölüm meydana gelirse TCK'nın 27. maddesinin 1. fıkrası hükmü uygulama alanı bulur ve sınırı aşan kimse taksirle öldürmeden 27. maddenin 1. fıkrası uyarınca sorumlu tutulur.

Meşru müdafaada sınır kasten aşıldığında, örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir.

Yukarıda verilen örnekte fail, maruz kaldığı saldırı dolayısıyla ve içinde bulunduğu durum itibarıyla esasta gerekli olandan fazla bir savunmada bulunmuş olabilir. Sınırın aşılmasındaki bu taksir kendisinin cezalandırılmasına yol açabilirse de, bunun için işlenen suçun taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen bir fiil olması zorunludur. Demek oluyor ki, bu gibi hâllerde işlenen suçun niteliğine bakılacak ve sadece kasten işlendiği takdirde cezalandırılabilen bir suç söz konusu ise faile ceza verilmeyecek buna karşılık, suç taksirle işlendiği takdirde de cezalandırılabilen fiillerden birini oluşturduğunda, maddede öngörülen biçimde cezadan indirim yapılarak faile taksirle suçtan dolayı ceza verilecektir (Ahmet Gökcen-Murat Balcı, Kasten Öldürme Suçları, Adalet Yayınevi, 2013, Ankara, 2013, s. 70, 71).

Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında CMK’nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın sınırın aşılması bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp TCK’nın 27.maddenin 1. fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddenin 2. fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden biridir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde beraat değil, anılan maddenin 1. fıkrasına göre indirimli ceza veya 2. fıkrasına göre CMK’nın 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir.

TCK’nın 27. maddesinin 1. fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de, bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.

TCK’nın 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3- Savunmaya ilişkin şartlardan ölçülülük ya da orantılılık şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, heyecan, korku veya telaşa kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Öte yandan, uyuşmazlığın çözümü için polisin hangi hâllerde silah kullanma yetkisinin bulunduğunun da üzerinde durulmalıdır.

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun \"Zor ve silah kullanma\" başlıklı 16. maddesi;

\"(1) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

(2) Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

(3) İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder.

(4) Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

(5) Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

(6) Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

(7) Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

d) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yarlayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde, (Bu bent 27.03.2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun'la, fıkra metnine eklenmiştir.) silah kullanmaya yetkilidir.

(8) Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde ‘dur’ çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

(9) Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir” şeklinde düzenlenmiştir.

5681 sayılı Kanun'a değişik 16. maddenin Kanun teklifindeki gerekçesinde;

\"...Yedinci fıkrada üç temel durumda polis silah kullanma yetkisinin olduğu belirtilmektedir. Bunlardan ilki meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında silah kullanma; ikincisi bedeni kuvvet ve maddi güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde silah kullanma; üçüncüsü ise yakalanması gereken kişinin yakalanması amacıyla ve yakalanmasını sağlayacak ölçüde silah kullanmasıdır.

Silah kullanılacak hallerden üçüncüsü olarak gösterilen durumla ilgili olarak sekizinci fıkrada ayrıca bir sınırlamaya gidilmiş; bu durumlarda öncelikle 'dur' çağrısının yapılması, buna rağmen kişinin kaçması halinde uyarı amacıyla silahla ateş edilebilmesi, bu uyarı atışına rağmen hala kaçmakta ısrar etmesi ve kaçması dolasıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde, yakalanmasının sağlanması amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilmesi öngörülmüştür...\" açıklanmasına yer verilmiştir.

Silah kullanma ile ilgili değinilen hususlar özetlenecek olursa, bu konudaki temel ilkeler şunlardır:

-Yaşama hakkı tehlikeye girmedikçe (meşru müdafaa ve zorda kalma hali) başkasının yaşam hakkı tehlikeye sokulmamalıdır,

-Silah öldürmek kastıyla kullanılmamalıdır,

-Başka surette saldırıyı ya da direnişi defetme veya kaçan kişiyi yakalama imkânı yoksa sağlığa en az zarar verecek şekilde silah kullanılmalıdır,

-Kaçan kişiler bakımından, anılan kişiler açıkça ve ısrarla ikaz edilmedikçe silah kullanılmamalıdır,

-Mutlaka her olayda ölçülü (orantılılık) olunmalıdır (M. B. Eryılmaz/A. Bozlak, TBB Dergisi, Sayı 83, 2009, sayfa 247).

\"Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama\" başlıklı 87. maddenin 4. fıkrası ise suç tarihindeki hâli ile; \"Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.\" şeklinde iken 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle, bu fıkrada yer alan \"onaltı\" ibaresi \"onsekiz\" şeklinde değiştirilmiş ve fıkra metni; \"Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.\" biçiminde yeniden düzenlenmiştir.

Madde gerekçesinde ise; \"Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, ‘Genel Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin hükümler, burada da geçerlidir.\" açıklamasına yer verilmiştir.

765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, kanunda tanımlanmış bir haksızlık olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla kusursuz sorumluluk terk edilmiş olmaktadır (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.).

765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.

TCK’nın \"Netice sebebiyle ağırlaşmış suç\" başlıklı 23. maddesi; \"Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.\" şeklindedir.

Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.

Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s. 286 vd; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, A. Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, C. 3, s. 2484 vd.).

TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, Özel Hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen aynı Kanun'un 87. maddenin 4. fıkrasına göre, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nın 86. maddesinin 1. fıkrası veya 1. fıkrası ile birlikte 3. fıkrası kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak şartıyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.

Kasten yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK'nın 87. maddesinin 4. fıkrasının uygulanması için;

a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,

b-Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaralanmış olması veya bu nitelikteki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi,

c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,

d- Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.Buna göre, fail mağduru yaralamak amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu istemelidir. Bununla birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de ölmesini istemiş ve ölüm meydana gelmiş ise bu durumda kasten öldürmeden sorumlu tutulacaktır.

Madde metnine göre faile verilecek ceza belirlenirken kasten yaralama suçunun düzenlendiği TCK'nın 86. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına yollama yapılmıştır. O hâlde, anılan hükmün uygulanabilmesi için mağdurun basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek dereceden daha ağır şekilde yaralanması gerekmektedir. Aynı maddenin 2. fıkrasında karşılığını bulan basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda 87. maddenin 4. fıkrası uygulanamayacaktır.

Üçüncü şart olarak mağdurun ölmesi ve failin eylemi ile mağdurun ölümü arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.

Son olarak, failin meydana gelen bu ölüm sonucundan, en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması gerekir.

 

2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Maktul hakkında Karasu ilçesinde meydana gelen çok sayıda hırsızlık olayının şüphelisi olarak Karasu Sulh Ceza Hâkimliği tarafından hakkında yakalama kararı çıkartıldığı, yakalanan maktulün duruşma salonundan görevli polis memurunu etkisiz hâle getirerek kaçtığı, maktulün kaçması üzerine trafik şube müdürlüğünde çalışmakla birlikte olay günü izinli olan ve seminer nedeniyle emniyet binasında bulunan sanığın, kolluk amirinin emriyle diğer polis arkadaşları ile birlikte maktulü yakalama çalışmalarına başladığı göz önüne alındığında, 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin yedinci fıkrasının (c) bendi gereğince maktulün yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silah kullanmaya yetkili olduğu, dolayısıyla sanığın eyleminin TCK'nın 24. maddesi kapsamında kanunun hükmünü ve amirin emrini yerine getirme kapsamında kaldığı, sanık ve tanık ...'in birlikte adliye binasından çıkmalarından başlayarak arama faaliyetlerinin duraksama olmaksızın yürütüldüğü adliyeye yaklaşık 800 metre uzaklıkta bulunan Kültür Parkı'nın içerisindeki çalılıklar arasında maktulün görülmesi üzerine olay yeri inceleme raporunda değinildiği üzere kovanların maktule ve birbirlerine olan mesafelerinden uyarı amaçlı olduğu anlaşılan atışların gerçekleştirildiği, bu hususun olay sırasında ikametlerinde bulunan tanıklar ... ve ...'nin sözlü olarak ve havaya ateş edilmek suretiyle yapılan uyarıları duyduklarına dair beyanlarıyla da doğrulandığı, bu şekilde duraksama olmaksızın devam eden takip sırasında sanığın, uyarılara aldırış etmeyerek elindeki silahla kaçmaya devam eden maktulü yakalamak sakiyle ayaklarına doğru iki el ateş ettiği, sanık ve maktulün bulunduğu alan arasında yaklaşık bir buçuk metre yükselti farkının bulunması nedeniyle ikinci merminin ilk atış sebebiyle yere düşmekte olan maktulün hayati bölgesi olan arka kürek kemiğine isabet ederek ölümüne sebebiyet verdiği, belirtilen şekildeki oluş, maktulün sırtına isabet eden merminin seyri ve sanığın öldürme kastı ile hareket etmediği yönündeki savunması da gözetildiğinde, kanun hükmünü ve amirin emrini ifa ederken sanığın hukuka uygunluk nedeninde sınırı kastı olmaksızın aştığı anlaşılmakla eyleminin TCK'nın 27/1. maddesine uyduğu kabul edilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurul Üyesi; sanığın eyleminde TCK'nın 87/4. maddesinin uygulanma koşullarının oluştuğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

C- Sanığın TCK'nın 27/1. maddesi kapsamındaki sınırı taksirle mi bilinçli taksirle mi aştığı

 

1. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

TCK'da taksir; basit ve bilinçli taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; \"Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi\" şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.

Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

TCK'nın 21. maddesinin ikinci fıkrasında; \"Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi\" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kasıt ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; \"Kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır\" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği kabullenme ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; \"Olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir.\" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.

Kasıt, olası kasıt, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.

 

2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Sanık ve tanıkların sözlü olarak ve havaya ateş edilmek suretiyle yapılan tüm uyarılarına rağmen maktulün kaçmaya çalışmaya devam etmesi, sanığın maktulü yakalamak amacıyla ayaklarına doğru iki el ateş ettiği anlaşılmakla birlikte olay esnasındaki hareketlilik, sanığın bulunduğu alan ile maktulün bulunduğu alan arasındaki yaklaşık bir buçuk metrelik kot farkı ve maktulün aldığı ilk isabetten sonra yere düşmekte olması sebebiyle ikinci merminin maktulün hayati bölgesi olan arka kürek kemiğine isabet ederek ölümüne sebebiyet vermesi karşısında, olayın gerçekleşme yeri ve biçimi de nazara alındığında, sanığın, öngörülebilir nitelikteki ölüm neticesini, yirmi bir yıllık polis memuru hasebiyle kendisinden beklenen özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi nedeniyle öngöremediği ve kanunun emrini ifa ederken hukuka uygunluk nedenini basit taksirle aştığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararına konu hükmünün, sanığın eylemini gerçekleştirilen TCK'nın 27/1. maddesindeki sınırı basit taksirle aştığının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın TCK'nın 27/1. maddesindeki sınırı bilinçli taksirle aştığı düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

 

V. KARAR

Açıklanan nedenlerle,

1-Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin direnme gerekçelerinin İSABETLİ OLMADIĞINA,

2-Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 17.11.2021 tarihli ve 1190-1685 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanığın eylemini gerçekleştirirken TCK'nın 27/1. maddesindeki sınırı taksirle aştığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

3-Dosyanın duruşma açılarak yeni bir hüküm tesis edildiği için CMK'nın 304/2-b maddesi uyarınca gereği için Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesine, kararın bir örneğinin de Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.03.2024 tarihli müzakerede 1 ve 2. uyuşmazlıklar yönünden oy çokluğu ile, 3. uyuşmazlık açısından ise ilk müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 03.04.20024 tarihli ikinci müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.

 

Kasten öldürme suçu, kasten adam öldürme, kasten öldürme cezası, kasten insan öldürme